Otorite; “istediğimi yaparsan, sana istediğin şeyi veririm” demek olarak algılanmıştır. Böyle bir otorite algısını yaşayarak tecrübe etmiş bugünkü birey ve toplumlar, güç göstermek yerine anlayışa, özveriye dayalı ilişkiler kurmaya yönelmiştir. Bugün ebeveyn olan kişilerin çocuklarına olan yaklaşımlarında gözlemleyebiliriz. Bugün üç yaşındaki çocuk bile, üçüncü dondurma talebine red kararı çıkınca “neden” diye soruyor. Buyrun anlatın bakalım, neden? Bugün gençlik, zorla okutulan bir kitabı okumayı, dersi didaktik anlatan öğretmeni dinlemeyi reddediyor ve başka şeylerle ilgileniyor. Daha çok temiz hava, doğa , hayvan sevgisiyle büyüyor ve bunlardan yoksun olduğu ortamlarda otoriteye uyumsuzluk gösteriyor. Sadece aile otoritesini değil, toplumsal yaşama etki eden otoriter hatta dikte edilen kararları da sorguluyor. Bu gençlerin yaşlarından daha büyük dertleri oluyor ve sorgulamaya, hastalıklı güç yaklaşımlarına ve körükörüne uyum sağlaması beklenen her şeye karşı tepki geliştiriyorlar. Ve “İstediğimi yaparsan, sana istediğini veririm” yaklaşımına “o zaman ben istemiyorum” diye cevap verebiliyorlar. Çünkü, ancak kendileri inanır ve isterse yapmayı seçiyorlar. İstemeleri için ihtiyaçları olan yaklaşım geçmişteki otorite yaklaşımından çok uzakta. Diyalog bekliyorlar. Sordukları sorulara basmakalıp olmayan yanıtlar bekliyorlar. Otorite kavramını saygı ile bütünleştiriyorlar.
Gençler, bugün bir “tık” ile dünyadan haberdar oluyor. Bir “tık” ile dünyaya haber veriyor. “Yapma” deyince anlamıyor. Niye yapmamalı? Yaptığı şeyin etkileri ve sonuçları nedir? Ya da niye yapmalı? Klasik olarak “ben senin yaşındayken ..” ile başlayan cümlelere karnı tok onların. Kuşkusuz, onların bizim tecrübelerimizden çıkarttığımız yol göstericiliğe ihtiyaçları var. Çünkü herşeyi denemek istiyorlar. Çünkü sebep sonuç ilişkilerini merak ediyorlar. Bizi değil. Dolayısıyla, bir şeyi illa yaptıracaksak onları ikna etmemiz gerekiyor. İkna ise ancak ve ancak empati yoluyla oluyor. Otoriteye boyun eğmiş, hatta korkutularak büyütülmüş ebeveyinlerin çocukları onlar.
Gençlerle ilgili bir çok şey söyledik. Psikolojik boyut biraz da gençleri yönlendiren bizleri ilgilendiriyor. Sadece gençler açısından değil, uyum sağlamaya çalıştıkları dünya açısından da… Biraz teknik bilgiye girelim.
Ego’nun temelde üç rolü vardır.
1.Çocuk
2.Ebeveyn
3.Yetişkin
Bu üç rolle sosyal ortamlarda varoluruz. “Etkileşimsel Analiz/ Transactional Analysis”* adını verdiğimiz bu yöntem; Egonun birey üzerinde ağır bastığı rolü inceler. Kişilerin tercih ettikleri benlik rolü, kişinin iletişiminde ağır basan rolüdür. Mesela; Yetişkin bir insan, eğer çocuk rolü ağır basıyorsa “ebeveyn” gibi davranmayabilir. Kendisinden yetişkinliğe özgü beklenen davranışlar yerine kendi canı nasıl istiyorsa öyle davranabilir. Seçilmiş davranışlar yerine, içinden geldiği gibi davranışlar sergileyebilir. Duygularını kontrol edemeyerek tepkisel , ya da reaktif olabilir.
Bir anne ya da baba, “ebeveyn” dir. Ebeveyn egosu ile iletişim kurarlar. Ancak hep “ebeveyn egosu” ile etkileşim kurarlarsa çocukları ile iletişimlerinde sorunlar yaşayabilirler. Çocuklar, korumacı, şefkatli, kural koyan ve kendi dediğinin olması için sınırlı iletişim kuran anne babadan kaçabilirler. Ebeveyn ego rolünden zaman zaman sıyrılarak çocuk ego rolüne bürünmeyi bilmeleri, herşeye yukardan bakabilecek bir yetişkin ego ile hareket edebilmeleri, empati sağlamalarına olanak verecektir. Sağlıklı iletişim için.
Bir çocuk, elbette büyüme çağındayken ve kişilik gelişimi tamamlayana kadar çocuk ego rolündedir. Diğer rolleri gözlemleyecek ve dengesini seçecektir.
Yetişkin ego rolü ise, bir çeşit bilgisayar sistemi gibidir. Öğrenilmiş anne baba ve çocuk davranışlarını süzer, gerekli olana karar verir. Büyük resmi görür. Ego gelişiminde ideal olan, her iki ego düzeyini de dengeli halde kullanabilmektir. Hem anne baba, hem çocuk etkileşimini dengeli yürütebilmek. Ve etkileşimde, bir insana nasıl davranırsak o şekilde karşılık aldığımızı söyleyemeyiz. Bu o kadar basit değildir.
Bugün, ülkemizin gidişatını sorgulayan gençlerden “çocukmuş” gibi davranmalarını bekleyen ve aslında kendisi “çocuk ego rolünü benimseyen” iktidara en sert cevap, aslında aynı gençlerin “anne baba ego rolünü” oynamaları ile gelmiştir. Bizler ancak çocuktan alınabilecek bir cevabı alırken, karşılaştığımız psikolojik hastalık boyutları ise, büyük resmin oluşmasını hızlandırmıştır. Ve bu çocukların gelecekte doğru seçimler yapabilmeleri için bizlerin korkularına değil öngörülerine ihtiyaçları vardır! Bugün ve yakın gelecekte çok daha karmaşık, çok daha bunalımlı günler bizleri bekliyor olabilir. Yetişkin egomuzla hareket etmez, seçenekleri incelemeden, yeterli donanım kazanmadan harekete geçer, düşünmeden tepki gösterirsek reaktif* olmaktan öteye gidemeyiz.
Reaktif olmak, tepkisel olmaktır. O zaman değerlendirmeden yargı verilir. Konuyu gözden geçirmeden ceza verilir. Reaktif kişilere örneklemek, anlatmak ve gösterdikleri , geliştirdikleri tutumun sonuçlarını gözden geçirmeleri için rehberlik etmek gerekir. Ancak çok ince bir çizgidir bu rehberlik, manüpilasyona kayabilir. Reaktif kişiler stres yönelimli yaşarlar ve bir kibritle alev almaları çok ama çok kolaydır. Hele ki çatışma ortamının körüklendiği ortamlarda, işlerin barışla çözümlenmesini istemez “gücü elinde tutanlar çıkar sahipleri”. Maalesef sadece gençlik çağında reaktif olunmuyor. Düşünme pratiği geliştirmemiş, duyguları anlama tecrübesi kazanmamış ve olumlu değerlerle donanmamış bireyler, reaktif davranabiliyorlar. Görüyoruz. Seçenekler belirginken, yapılması gereken seçim açıkça görünmekteyken herkes üç aşağı beş yukarı bir akıl yürütebilir. Fakat doğru ile yanlış birbirine karıştığında, neyin doğru neyin yanlış ve bazı durumlarda da hangisinin daha az doğru ya da daha az yanlış olduğu birbirinin içine girdiğinde “iyi düşünmek” son derece önemlidir. Ancak iyi düşünerek akılcı çözümlere ulaşılabilir.
Reaktif olmamak seçilen bir davranıştır. Seçimler hayatımızı belirler. Seçenekler arasından çözüm üretmek için sorumluluk, sağduyu, öngörü, cesaret ve güvenilirlik değerlerinden yoksunluk; Kontrolsüz, bilinçsiz ve sadece tepki odaklı sonuçlar doğurur. Önümüzdeki seçimin bir etkiye verilen tepki olarak değil, bilinçli bir uzak görüşlülükle sonuçlanmasını diliyorum.
Ve, seçimlerimizi yaparken Cumhuriyet Devrimi’ni siyasetin dışına itecek, yerin altına gömecek tezgahlar olacaktır. Yıllar sonra “o zaman anlamamıştık” demenin bedeli çok ağır ödenebilir. Birinci görevimiz, Cumhuriyet’in adayını çıkarmaktır.
*reaktif; tepki oluşturan (tdk)
*transactional analysis (Eric Berne)
Dipnot:
Bu yazıya ilham veren yavru bir martıdır. Kendi gücünün sınırlarını denemektedir.
Yürüyen Ağaçlar-10