Hayatımızın ilk evrelerinde yaşamaya, başkalarına bağımlı olarak başlarız. Bağımlılık, “benim için sen yaparsın” düşüncesidir. Bu dikey bir iletişimdir.
Büyüdükçe bağımsızlık kazanırız. Bağımsızlık ise “bunu ben yapabilirim” düşüncesidir. Bu da dikey bir iletişimdir.
Olgunlaştıkça, doğada her şeyin birbirine ihtiyaç duyduğunu anlarız. Bu olgu ise “karşılıklı bağımlılıktır”. Burada iletişim yataydır. Biz nasıl yapabiliriz? düşüncesidir. Karşılıklı bağımlı insanlar, kendi çabalarını diğerlerinin çabalarıyla birleştirirler. Yarattıkları çaba, bütün çabaların toplamından fazladır. Bu şekilde daha kuvvetli iletişim kurarlar çevreleriyle, böylece 2 ile 2′ yi toplarlar ve sonucu tüm matematiksel gerçekliğin ötesine taşırlar. Sonuç 5’dir.
Ekip ortamında her birey yetenek, beceri ve tecrübesiyle –bir ülkenin milli takımı gibi- ayrı ayrı “en iyi” olabilir. Ancak uzmanlık sahibi bireyler bir araya geldiklerinde, genellikle kapasitelerinin altında performans göstermeye meğillidirler.
Her bir oyuncuyu ayrı bir perdede izlesek –tek kişilik bir oyun gibi- , ya da sahada her bir basketçiye bir top düşse. Orkestradaki her çalgıcı ayrı ayrı üstünlük gösterse.. Düşünsenize gürültüyü.. Ama herkes işini en iyi yapacaktır kuşkusuz…
Ekipler yatay iletişimini kuvvetlendirir, birlikte başarmaya motive olursa sinerji yaratabilir. O zaman, ne tek tek oyuncuları görürüz ne de onların özelliklerini. Bütünü görürüz sahnede, sahada, her çalışma ortamında… Bütünü değerlendiririz. Anlam çıkarırız. Değer yaratırız. Bütünsel başarıyı kazanırız.
Sadece kendi ekibimiz için de değil, aynı zamanda çabamızın sonucunu değerlendirecek taraf olan “müşterimiz” ile de karşılıklı olarak bağımlıyızdır.
Bizler, birbirimize ihtiyaç duyarız. İhtiyaç duyduğumuz için yaşadığımız dünya ile iletişim kurarız. Varlığımızla diğer insanlarla sürekli etkileşim halindeyiz. Egolarımızdan uzaklaşıp bu olguyu fark ettiğimiz zaman, sinerji yaratabiliriz. En iyiyi birlikte yapabiliriz. Ve birlikte daha fazlasını yaparız.