Yeni bir yıl başlıyor. Hepimize yeni ufuklar, mutluluklar getirmesini diliyorum. Geçtiğimiz senenin zor bir sene olduğunu düşünüyorum. Yüreklerimizi ısıtan gelişmeleri ümitle bekliyorum.
2013’de, siyasi ve politik olayların etkisinin ülkemiz ekonomisine olumsuz yansımalarını toplumumuzun her kesiminde hissetmeye ve bu değişime şahit olmaya başladık. Bu sefer, kriz sinyallerini geniş bir zaman diliminde verir oldu. Olaylar yaşandı, dolar fırladı, olaylar gelişti borsa düştü, olaylar gelişti, anlaşmalar bozuldu. Özellikle Gezi olayları, Dersane konuları ve beraberinde tırmanan cemaat ile Akp düellosu ve yıl bitmeden patlayan, kabinedeki on bakanın değişmesi ve sayın başbakanın itibarının geri alınamaz derecede sarsılmasıyla sonuçlanan süreçte kriz “ben geldim” dedi. Yıl kapanırken ülkemizde doruğa ulaşmış karmaşıklık , gelecek yılda özellikle bu karmaşıklığın etkilerini ekonomik alanda yaşayacağımızı gösterdi.
İş hayatıma başladığımdan bu yana 3 ekonomik krize şahit oldum. 1998, 2001 ve 2008. Her birinin farklı özellikleri olsa da neticede kriz krizdir. Aslında ortak noktaları, ülkenin yönetilme biçimiyle doğrudan etkilidir. Bu krizlerde , kimi firmalar ayakta kalmayı bilmiş kimileriyse kaybolup gitmiştir. Ayakta kalan şirketlere baktığımızda, bu kriz dönemlerinde, başarı planlarından vazgeçmemiş olmadıklarını gözlemleriz. Geçirdikleri sarsıntılara –ya da artçı şoklara- rağmen, yatırımlarına devam etmişlerdir. Bu yatırımlar nelerdir?
• Hedef operasyonlar(iş geliştirme)
• Çalışan bağlılığı ve gelişimi (insan kaynağı)
Her krizde özellikle gelecek için “yatırım” olarak tespit edilmiş olan konular askıya alınır. Sebep, tasarruf tedbirleridir. Bu biraz şuna benzer; Yangın çıkacak, evden çıkalım! Oysa, yangın çıkar ve ev gerçekten yanmaya başlarsa bir daha o eve giremeyebiliriz. Ancak, yangın çıkacağı ihtimalini göz önüne alarak bazı tedbirler almamız ve yangının evimizi kül etme ihtimalini ortadan kaldırmamız da mümkündür.
Bu önlemlerin en başında kuşkusuz çalışmaya devam etmek yer almaktadır. Birinci sırada! Ne olursa olsun, başarının devamını sağlamak için çalışmak. Belki de daha çok çalışmak! Sonra, daha yalın bakarsak: Şirket bir binadan oluşmuyor diyebiliriz öyle değil mi? Şirketi şirket yapan sadece hedefleri ve itibarı da değildir. İçinde bu hedefler ve itibar için çalışan insanlar olmadıkça hangi başarıdan söz edilebilir? Hiç . Öyleyse, krizi atlatmayı sağlayacak bir başka önemli unsur da çalışanlardır. Siz, çalışanlarınızı çok gerekli olmadıkça ayırmıyorsanız, onların başarılı olması için gerekli destek ve gelişim imkanlarını sağlıyorsanız, o zaman evinizde güvenlisinizdir. Çünkü; ancak koşulsuz aidiyet duygusuyla ve mazeret sunmadan başarıya odaklandırılmış çalışanlar ile bu yangınlar en az kayıpla atlatılabilir.
Demokratik anlamda ise, 2013 ile birlikte, daralmanın aksi bir açılım geliştiğini söyleyebiliriz. “Hiçbirşey eskisi olmayacak” diye konuşulan biraz da bu açılımın dile geliş biçimidir. 2013, daha uyanık, daha kardeşçe ve daha iyi organize olma ihtiyacının ortaya çıktığı bir farkındalık yaratmıştır. 2014 yılı ile birlikte, değişim olgusu daha da etkin bir biçimde yaşanacaktır. Çünkü, bu değişim sadece yerel coğrafyalarla ilgili değil küresel olarak bir farkındalık çağını işaret etmektedir. Ülkemizde yaşanan sıkıntıların yansımaları ya da benzerlerinin örneklerinde olduğu gibi. Değişim dönemleri sıkıntılı olabilir, çünkü geçiş süreçleridir. Geçişi iyi yönetebilmek de etkili yönetim anlayışlarıyla mümkündür.
İster siyasi yönetimlerde, ister çalışma hayatında yönetimi etkili kılan olgunun liderlik yaklaşımı olduğunu düşünürüm. Kazanmak için kaybetmeyi göze alan değil, kazanarak kazanmayı hedefleyen liderlik yaklaşımıdır esas strateji sanırım.
Daha güzel günler göreceğiz, “birlikte olarak”, kuşkusuz! İyi bir yıl dilerim. Tüm güzellikleriyle yaşamı kucaklayacağımız, barış ve dostluğun yol göstericimiz olacağı bir yıl olsun!
Bu arada;
2014 ile, “SinerjİK” birinci yılını doldurdu, benimle olduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Ufacık da olsa, bu da benden bir hediye sizlere…
“Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bağ olmasın
Daha çok, ruhlarınızın sahilleri arasında hareket eden bir deniz gibi olsun. Birbirlerinizin bardaklarını doldurun; ancak aynı bardaktan içmeyin
Ekmeklerinizi paylasın; ama birbirinizinkini yemeyin
Beraberce sarkı söyleyin, dans edin, coşun; fakat birbirinizin yalnızlığına izin verin;
Tıpkı bir lavtanın tellerinin ayrı ayrı olup, yine de aynı müzikle titreşmeyi bilmeleri gibi.
Birbirinize kalbinizi verin; ama diğerinin saklaması için değil
Çünkü yalnızca Hayat’ın eli, sizin kalplerinizi kavrayabilir
Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakın değil, çünkü bir mabedin ayakları arasında mesafe olmalıdır
Ve meşe ağacıyla, selvi ağacı, birbirinin gölgesi altında büyüyemez”
Halil Cibran
Halil Cibran’la bitirdiğiniz için – duyarlı yaklaşımınız için – teşekkürler. İyi seneler…
BeğenBeğen